Dün bu şarkının sözleri ile kendime geldim;
İnan şiir gözlüm İnan gönül sözlüm Sensiz bir dünyayı Yaşamam yaşıyamam…
Ben sende yaşadım Seninle tattım böyle bir aşkı
Al hatıram olsun armağan olsun sana bu şarkı
Çal benim için çal bu aşk için çal bizim bu şarkı
Eğer gideceksen Bitti diyeceksen
Eğer gideceksen Veda edeceksen Bitti diyeceksen
Canımı canımı alıp da git …
Bu sözleri dinlerken senin gidişini düşündüm… Sonra anladım ki; bu şehir rengini senden alırmış. Sen gidince siyah beyaz bir tablo kaldı karşımda… Güller kırmızısını, ağaçlar yeşilini, gökyüzü mavisini kaybetti.
Sen gittin bahar da gitti bu şehirden… Şimdilerde sıkıcı bir sıcak var buralarda
Kelimeler senden alırmış manasını… Franz Kafka “… her şey abartı, yalnızca Özlem* gerçek, o abartılamaz”** derken sana duyulan hissi adlandırmış…
Bütün şarkılarda anlatılan senmişsin, şimdi onlar da anlamsız mırıltılara dönüştü…
Şiirler senden alırmış ilhamını… Sana hasret haricinde tek bir kelime duymak gelmiyor içimden… Yalnız bu mısralar unutturuyor bana nazlı edanı…
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban! ***
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban! (Abdurrahim Karakoç)
Resul Dindar & Öykü Gürman (Sarıl Bana) (Cevap vermiyorsa linke tıklayınız)
https://www.youtube.com/watch?v=WXGt08O-Ldk
Hayatımda söylediğim en zor kelime: HOŞÇA KAL
Artık çıkmaz sokakta bile karşılaşmayız seninle… 1209 sokak gezsem bulamam seni
Kader denilen yazgı bir daha getirir mi bizi karşı karşıya, belki bunun için bile bir kaç 1000 yıl gerekir… Sabahattin Ali’nin dediği**** gibi “Kader seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.” Ancak sen gidince ruhumu da alıp gittin…
Senin içinde olduğun rüyalar yüce yaratıcıdan bana bir nimet… Zihnimdeki karelerin (gülüşün, mahcubiyetin, bilgiç ve karadeniz gibi hırçın tavrın…) tek avuntum olarak kaldı.
Söylemek istediğim hiçbir şeyi söyleyememiştim, her kelime boğazıma düğümlenmişti. Şimdi de değişen bir şey olmadı. Fazla söze ne hacet;
“Sen Gittin Benden Geriye Ne Kaldı Ki”…
……..
*Özlem: bir kimseyi ya da şeyi bir daha görme, ona kavuşma isteği ve duygusu. TDK
**Franz Kafka nişanlı olduğu dönemde eserlerini Çekçe’ye çeviren güzel ve o sıralar evli olan Milena ile umutsuz ve uzak bir aşk yaşadı. Birbirlerini görmeden karşılıklı mektuplaşmalarla tutku dolu bir aşka sürüklenen çift 5 yıl süren mektuplaşmaları boyunca sadece 3 kez yüz yüze görüşebildi. (Milena’ya Mektuplar)
***Sevdanın ne saçları sarıydı ne de adı Mihriban…
****Sabahattin Ali burada “tesadüf” kelimesini kullanır. (Bkz. Kürk Mantolu Madonna) Ben “Kader” i tercih ettim. Çünkü bu dünyada tesadüfün olmaması bir yana “hiçbir tesadüf bizi karşılaştıracak kadar sıradan olamazdı”.
MİHRİBAN’IN GERÇEK HİKAYESİ
1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, Mihriban diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikâyesi bu…
Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlar. Genç Abdurrahim köyünde genç bir kız görür, gördüğü kız ailesiyle komşunun düğününe gelen misafir kızdır. Tanışmak nasip olur… Mihriban’ın kelime anlamı: Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasına gelmektedir. İşte bu kız da aynı şeyleri kendi sıfatı yapmıştır. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler.
Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim’in dünyası artık değişir, hayat manasızlaşmıştır, aşk acısı yüreğini yakar… Bu halini gören ailesi, kızı bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce “kız küçük” derler, bahane bulurlar. Bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır, gerçeği söylerler: “Kız nişanlıdır…”
Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim, kızın nişanlı olduğunu duyunca da: “Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” der.
7 yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılacaktır:
Sarı saçlarına deli gönlümü,
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü, ( Don’t think that death is worse than separation)
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.
Yâr deyince kalem elden düşüyor (The pen drops out of my hand whenever I hear my lover’s name)
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor ( My eyes do not see, I get confused)
Lâmbamda titreyen alev üşüyor ( The flame on the light is shivering)
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban! ( Love can’t be written on a paper, Mihriban…)
Önce naz sonra söz ve sonra hile,
Sevilen seveni düşürür dile.
Seneler asırlar değişse bile,
Eski töre bozulmuyor Mihriban.
Tabiplerde ilaç yoktur yarama ( There is no cure for my wound at doctors)
Aşk değince ötesini arama ( When you hear love, do not look for more)
Her nesnenin bir bitimi var ama ( Everything has an end but)
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban! ( You can’t put boundries in love, Mihriban)
Boşa bağlanmış bülbül gülüne,
Kar koysan köz olur aşkın külüne,
Şaştım kara bahtın tahammülüne,
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.
Tarife sığmıyor aşkın anlamı,
Ancak çeken bilir bu derdi gamı.
Bir kördüğüm baştan sona tamamı,
Çözemedim çözülmüyor Mihriban.
Bu şiir türküye dönüşünce de duymayan kalmaz. Tabi Mihriban da… Bir mektup yazar Abdurrahim’e “Unutmak kolay değil” der. Abdurrahim ikinci bir şiir yazar:
“Unutmak kolay mı? ” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep…
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hatıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır.
Unutursun Mihriban’ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce…
Ha işte tıpkı öylece,
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki,
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de,
Unutursun Mihriban’ım.
“Son bir kez daha görmek istemezdim… O beni hayalindeki gibi yaşatsın, ben de onu hayalimdeki gibi. O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın…”
“Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama insan hiçbir zaman unutamıyor…
…………….
Son söz: Özdemir Asaf’ın “Lavinia” şiiri de yolu bir kez olsun sevgiden geçen herkesin yüreğine dokunmuştur. Ancak şiirin yazıldığı kişi bunun kendisine yazıldığından habersizdir. Elhasıl-ı kelam edebiyat tarihinde nice Mihriban’lar, Lavinia’lar, Milena’lar, Maria’lar ve Roesia Ressort kendilerine yazılan mısralardan bihaber yaşayıp gitmişlerdir.
Aşkı taşıyan yürekler hiç olmazsa satırlarda sevgilerinin yaşamasını istemişlerdir. Bir yazar için sevdiği ile bir kitabı okumak, onu konuşmak, bir kitap yazmak ve o kitabı yaşamaktan daha büyük bir mutluluk yoktur.
***