Gönül bahçemin solmayan gülü Roesia Ressort

………..

Gazlı içeceklerin üzerinde ‘soğuk içiniz’ yazar. Onları bile içmenin usulü vardır. Lütfen mektupları; sessiz bir yerde, loş bir ışık altında, kelimelerin ruhuna inanarak ve size yazıldığını düşünerek okuyunuz. Sizin için burada fon müziği var. Mektupları okurken dinleyebilirsiniz…

***Metinde geçen karakterler tamamen hayal ürünüdür. Gerçek kişi, kurum ve mekânlar ile ilgisi yoktur. Bu satırların her hakkı saklıdır. Telif hakları şahsıma aittir. İzinsiz kullanılması yasaktır.

…………….

Doktor Garip Bey: ” Adının harflerine bile aşığım, aynı gökyüzüne baktığımız müddetçe ben hep seni seveceğim Roesia….”

Roesia Ressort: Biliyorsunuz birlikte olmamızın imkânı yok, benden ne istiyorsunuz?

Doktor Garip Bey: Eğer bu sorunun muhatabı aklım ise sadece mutlu olduğunu, yüzünün geçmiş yıllarda olduğu gibi içten güldüğünü görmek. Eğer muhatabı rüyalarında bile senden ayrılmak istemeyen kalbim ise “Onun istekleri için bir kitap yazmak gerekir Roesia’m…”

Ahu gözlerini sevdiğim dilber (Roesia Ressort)
Sana bir sözüm var diyemiyorum
Sırrımı ellere veremiyorum
Derdimi ellere diyemiyorum .
***

Al yanaktan aldığım azıktır
Tarama zülfünü gönlüm bozuktur
Öksüzüm garibim bana yazıktır
Destursuz yanına varamıyorum
(Neşet Ertaş)

Lütfen böyle yapma, senin bir sözün benim için dünyalara değer. Konuş benimle…

Uçurum uçurum gözlerine baktığım sensin,
Dağ gülleri gibi hasret çektiğim sensin,
Her gece uyku diye yattığım sensin,

Ömrüme ömür diye kattığım sensin…

Giriş

Franz Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektuplar dünya edebiyatında en başta gelen eserler arasındadır. Kafka, nişanlı olduğu dönemde eserlerini Çekçe’ye çeviren güzel ve o sıralar evli olan Milena ile umutsuz bir aşk yaşadı. Birbirini görmeden karşılıklı mektuplaşmalarla tutku dolu aşka sürüklenen çift, 5 yıl süren mektuplaşmaları boyunca sadece 3 kez yüz yüze görüşebildiler.

Kafka, 1920 Nisan’ında, yağmurlu bir günden söz ederek mektuplarına başlar Milena’ya… Ölümünden kısa bir süre öncesine kadar bu mektuplar devam eder. Mektuplar ümitsizliğin, çaresizliğin ve tıkanışın anlatımına dönüşür. Çünkü Kafka için mektup yazmak; “… hayaletlerin önünde soyunmak demektir ki, onlar da aç kurtlar gibi bunu bekler zaten. Yazıya dökülen buseler yerlerine ulaşmaz, hayaletler yolda içip bitirir onları.”

-“Kalbimin içerisinde sen varken her şeye katlanabilirim”.

-“Bu gecede sana mutlu uykular dilerken; her şeyimi sana veriyorum bir solukta! Benim mutluluğum sende erimektir…”.

-“O kadar iyiydin ki, daha da yaklaştım yanına, sanki bu doğal hakkımmış gibi…
ellerimi yüzüne koydum, öylesine mutlu, öylesine gururlu, öylesine özgür, öylesine güçlüydüm ki kendimi evimde gibi hissettim”.

Milena’ya Mektuplar

***

Mektuplar konusunda ülkemizde önemli eser bırakan kişi Sabahattin Ali’dir.

Onun 25 Mart 1935’te eşine yazdığı mektup şöyle:

“Benim Sevgili Aliye’m,

Mektubunu aldım. “Ben fena kız değilim, senin meyus olmayıp saadetin için hayatımı şimdi fedaya hazırım!” diyorsun. Aliye, bana böyle şeyler yazma… Sonra ben sana deli gibi âşık olurum. Senin ne iyi kız olduğunu biliyorum. Muhakkak ki hayatımda yaptığım ve yapabileceğim en iyi iş seninle hayatımı birleştirmek oldu. Bundan sonra ne diye kederli ve üzüntülü şeyler yazalım… İkimiz de yalnız neşeden ibaret mektuplar yazmalıyız. Mektubundaki “Beni istediğim kadar sevmezsen ölürüm” cümlesini belki elli defa okudum. Ah Aliye, seni isteyebileceğinden çok seveceğim. Benim nasıl sevebileceğimi göreceksin… İçim şimdiden İstanbul’a gelmek, seni görmek iştiyakıyla dolu… Şiir kitabının sonlarındaki yazıları kıskanma. Hiçbir zaman dolmamış olan boş gönlümün sesleridir onlar. Sen benim bütün kafamı ve ruhumu doldurduğun zaman bak neler yazacağım. Sana bu mektupla beraber bir şiir gönderiyorum. Bu şiir bütün mazim ile alakamı kestiğime alâmettir. Yeni bir hayata, aydınlık, sevgi ve fedakârlık dolu bir hayata atılmak üzere olduğumu biliyorum. Asıl senin için fedakârlık yapmak bana en büyük saadeti verecektir. Yalnız senin için yaşamak, hayatımdan senden başka her şeyi silip atmak istiyorum. Fikirlerimi, gayeleri seninle paylaşmak, doğru bulduğumuz şeylere beraber inanmak istiyorum.

Etrafın seni sıktığı zaman kitap oku… Ben şimdiye kadar her şeyden çok kitaplarımı severdim. Bundan sonra her şeyden çok seni seveceğim ve kitapları beraber seveceğiz. İnsan muhitin bayağı, manasız, soğuk tesirlerinden kurtulmak istediği zaman yalnız okumak fayda verir. Bana en felaketli günlerimde kitaplarım arkadaş olmuştu. Fakat bu yetmiyor. Şiirlerimde de gördün ki kitaplara rağmen çok ıstırap çektim. Çünkü candan bir insanım yoktu. Sen benim yarım kalan tarafımı ikmal edeceksin.

Seni şimdiden çılgın gibi sevmeye başladığımı hissediyorum. Yazacağını söylediğin birçok şeylerden bahseden mektubunu beklerim. Derhal yaz. Uzun, çok uzun şeyler yaz…

Seni hasretle kucaklarım benim bir tanecik Aliye’m…”

………

***Burada Roesia’ya Mektupların tümü değil, bir kısmı (33 mektuptan 20’si) yayımlanmıştır. Mektuplarda metin sınırlaması da yapılmıştır.

ROESIA’YA MEKTUPLAR

Mektuplar, özlem ile başlamaktadır. Çünkü Roesia Ressort, Paris’teki üniversitesini tamamlamıştır (Konu bütünlüğü için 43. köşe yazımı; “Bela Aşk” okuyunuz). Şehirden ayrıldığını düşünen kahramanımız Doktor Garip Bey, Cemal Süreya’nın; “Şurama batan..” diyor şair, şurama batana özlem demeselerdi; bıçak derdim” sözünü tekrarlamaktadır. Çünkü bu duygu kimi zaman bir hançer gibi acı verirken, kimi zaman kalbini yakıp kavurmaktadır.

1.Mektup: Özlemim

Benim ahu gözlü Roesia’m, seni özledim, özledim seni…

Okulun bitmiş herhalde gittin. “Sen Gidince” adlı yazıyı bu duygularımı anlatmak için yazdım.

Özlemek satırlara nasıl yazılır ki! bir kelimedir ancak bir kitabın içeriğini barındırır bu kelime. Tatmayan bilmez ki! Bir çölün ortasında yapayalnız kalmak gibi… Kalabalıklar içerisinde binlerce göz arasında yalnızlık hissetmek gibi… Sensizlik gibi…

Karacaoğlan ne güzel söylemiş; Senden ayrılık ölümden de zor

Gurbet eli bizim için yapmışlar
Çatısını çok muntazam çatmışlar
Ölüm ile ayrılığı tartmışlar
Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık

Karac’oğlan der ki telkin verince
Ötüşür bülbüller gonca gülünce
Ben orda yar burda böyle kalınca
İster ölüm olsun ister ayrılık

İçim yana yana çıktım dolaşıyorum. Yokluğunda senin yürüdüğün yerlerdeyim. Seni, kokunu, senden bir anıyı arıyorum sokak-sokak çaresizce…

Sen benim ilhamımsın Roesia… Çarşılarda, pazarlarda, parklarda, ezgiler arasında hafif meltem rüzgarı altında o ilhamı arıyorum.

Gezdiğim yerlerden geçmiştin, yalnızca benim duyduğum erguvan kokun var, şimdi buralarda…

Senin canın sağ olsun da ben sensizlik özlemini çekmeye razı olurum. Sevdiğim, Özlemim, Roesia’m…

Ayrılık diye bir şey yok.
Bu bizim yalanımız.
Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var.
Şimdi neredesin? Ne yapıyorsun?

Güneş çoktan doğdu.
Uyanmış olmalısın.
Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi?
Öyleyse ayrılmadık.
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.

……….

Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam;
Seni özlediğim içindir.
Beklemenin korkunç zehri öldürmüyorsa beni;
Seni özlediğim içindir.
Yaşıyorsam; içimde umut varsa,
Yine seni özlediğim içindir.

Seni bunca özlemesem; bunca sevemezdim ki! (Ümit Yaşar Oğuzcan, 5. Mektup Şiiri)

Ben seni çok özledim. Başka da bir tarifi yok. Başka da bir ifadesi yok. Özledim Seni…

2.Mektup: Çelişkim

Roesia’m benim çelişkim oldun.

Nasıl dersen;

Görsem dayanamam görmesem dayanamam…

Hem ateşimsin hem ab-ı hayatım…

Hem gülüşüm hem gözyaşımsın..

Sen benim yaman çelişkimsin

***

Sana bakmaya kıyamam, baksam doyamam…

Aklım ile kalbimin sıratı gibisin. Ne yana meyletsem üzülüyorum.

Keşke her şey daha farklı olsaydı, Roesia’m…

O zaman da bunları hisseder miydim? Hissederdim elbet ….


Sen yaban gülüm sen dağ çiçeğim Sen ruhu revanım sen yaşama sevincim Yasaklım adı bende saklım Senin adın kavuşmak olsun

3.Mektup: Yalnız Sen

Roesia’m yalnız sen vardın,

Geçen gün bir kahve içelim demiştim. Amacım geçmiş günleri yad etmek hem de gelecek için bir kaç konuyu konuşmaktı. Aksilikler peşimizi bir türlü bırakmadı, sonuçta bir araya gelemedik.

Anlasana Roesia’m, benim için her zaman içtiğim kahvenin bir anlamı yoktu. Çoğu insanın adını ve tadını bilmediği kahveler içtim. Americano, Espresso, Latte, Latte Macchiato, Cappuccino, Sütlü türk kahvesi, Damla sakızlı, Dibek, … adı her ne olursa…

Mekanın da önemi yoktu. Yemen, Joy, Keyfeni, Latife, Mokka veya bir köşe başı kahvesi

Her zaman olduğu gibi önemli olan yalnız sendin. Seninle birlikte bir şey yapmaktı. Aynı mekânı ve zaman dilimini paylaşmaktı. Konuştuklarımızın bile anlamı yoktu. Yanımda bulunsan ve sussan bile en güzel sohbeti yapmış olacaktık.

Bir göz hatırına nice gözler sevilir Roesia’m. Geçmişte bu ülkenin güzelleşmesi için çalışmışsam, sen güzel bir ülkede yaşayasın diyeydi… Şuan başkalarına ve arkadaşlarına iyilik ediyorsam senin iyi olduğunu bilmek içindi…

……….

4.Mektup: Şans

Şansız olduğundan, talihinin olmamasından dem vuruyorsun biricik Roesia’m,

Hayal pencerenin önünde tuğlaların örüldüğünü söylüyorsun. Halbuki şuan dünya üzerinde yaşayan yaklaşık 3,5 milyar kadın arasında, belki tarihte sayısını bilemediğimiz kadınlar arasında sonsuza dek adı yaşayacak olan çok az kadından birisin… Adın Leyla ile, Aslı ile, Şirin ile, Hürrem ile, Züleyha ile Afrodit ile, Heloise ile, Beatrice ile Josephine ile, Milena ile, Eva Duarte ile bir anılacak…

Sen bu dünyadan ayrıldıktan sonra bile yaşayacak olanlar adını bilecek.

Sen bu kalpte, bu kitapta, bu satırlar arasında hep yaşayacaksın…

Belki dünyanın en güzel kadını, en iyi film yıldızı, en önde gelen şarkıcısı, sen olmak isteyecek. Sana yazılan satırlara aşık olacak nice genç… Diyaloglarımız tiyatro sahnelerinde yeniden seslendirilecek. Sana yazdıklarım bestelenecek ve dilden dile ulaşan şarkılar olacak Adın “Mihriban” gibi yaşayacak.

Ahu gözlerin hayalleri süsleyecek, ressamlar onları çizmek için yarışacak.

Genç kızlar senin saçlarını taklit edecekler. Senin gibi saçlarını örecekler.

Belki sana benzemek için sahte ‘ben’ koyanlar olacak iki yanağına…

Talihsiz olmak mı? Ah Roesia’m sen talihini yıllar sonra anlayacaksın. Ama o gün korkarım çok geç olacak

………

5.Mektup:

Dünyada nice lüzumsuz iş peşinde koşarız Roesia’m,

Kimisi Candy Crush oyununun başında yıllar harcar. Kimisi ömrünü kahve köşelerinde, oyun masasında tüketir. Ömür, insanların en pervasız harcadığı sermayedir. Bir sigara kadar değer verilmez ona…

Ben lüzumsuz bir hayat yaşamadım. Dolu dolu günler geçirdim. Her iklimde yaşadım. Dünya nimetlerinin temiz olanlarını tattım. Bir değil bir kaç hayatı bir arada yaşadım. Daha da rahat günler yaşardım. Bir elim yağda bir elim balda günler geçirirdim. Fakat ben bunları değil derdi, adam gibi yaşamayı seçtim. Benim için zorlu bir dönem başlamıştı. Sonra sen çıktın karşıma…

Derdim gibiydin. Dahası gül yüzün vardı. Ahu gözlerin vardı. Kızıl goncaya benzeyen dudakların vardı… Derdimi sevdiğim gibi seni de sevdim.

Sadece bu tercihim için bile “deli olmakla” itham edilebilirim. Geçmişimden şunu öğrendim ki; gerektiği gibi yaşamaya özen gösterirken mutlu bir yaşam sürmeyi es geçmişim. Başkalarının hayal edemeyeceği şeyler yaşadım. Ancak sevgileri yarınlara bıraktım. Bu yüzden sende bu kadar ısrarcıyım. Kendime ‘bir daha aynı yanlışı yapmayacaksın söz ver’ demiştim. Ben senin ile acı-tatlı ne yaşayacaksam onunla mutlu olacağım.

Çünkü belki de ilk defa doğru olanı değil beni mutlu eden şeyi yapıyorum. Hatasızlık üzerine kurulmuş bir düzeni değil. Özgürce hata yapmayı seçiyorum. İnan bununla daha mutluyum. Normalde affetmeyeceğim şeyleri gülerek karşılıyorum. Hayatın kendisi bu hatalar manzumesi…

6.Mektup: Teşekkür (19.07.2019)

Teşekkürler Roesia’m,

Bugün beni mutlu ettin. Bildiğin halde belki de ilk kez beni mutlu etmek istediğin için…

Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan mutlu ettiği anlardan biriydi. Tatlı bir tebessümün ve merhaban vardı yalnız,

Dahası bugün birlikte yeni şeyler öğrendik. Hayatımda en sevdiğim şeyi; öğrenme ve öğretme sürecini, hem de seninle tekrar yaşadım. Oliver Sacks’ın Karısını Şapka Sanan Adam kitabını öğrendim. Yazar, varlığının bile farkında olmadığımız duyularımızın küçük bir kısmını kaybettiğimizde neler olur? bunu bilimsel olarak ele almıştı. Peki Roesia’m, ya bize bu duyuları vereni unutmuşsak, onu tanımamışsak?

İsterdim ki bu süreçlerimiz devam etsin. Sen daha bir şey yaşamadın. Ama yaşasaydın sonuçta bu noktaya ulaşacaktın. İnanıyorum sen benden daha çok mutlu olacaktın.

……

7.Mektup: Kitap

Hep seninle bir kitabı okumayı düşlerdim Roesia’m. Bunu gerçekleştirebileceğiz.

Bir kitabı beraber yazmaya gelince… Bu gerçekleşmeyen bir hayal olarak kalacak. Sen günlerini bana anlatacaktın. Ben onu senin gibi öğretmenler için kitaplaştıracaktım. Sana bu fikrimi bile açamamıştım. İnanıyorum süreçte sen de çok mutlu olacaktın. Her gününü bana akşam anlatsan ben onları hikayeleştirsem ne güzel olurdu.

Ben anlaşılmak istiyorum Roesia, en çok da senin tarafından… Bir kitabın satırlarına bunu işlememin sebebi bu. Beni anlamıyorsun, anlamak istemiyorsun. Belki başkası bunu yapmasın diye yazıyorum. Satır satır, kelime kelime ruh üflemeye çalışıyorum. Yaşanmamış bir kelime yok bu satırlarda…

Senin için yazılan bu kitaptan habersizsin. Ama haberdar olmayı en çok hak eden de sensin.

……

8.Mektup:Muhtacım

İşte gördün Roesia’m, sana ne kadar muhtaç olduğumu…

Sen tekrar yazmak için beni harekete geçiren güçsün. İlhamımsın… Bu hayata tutunduğum dalımsın. Sen olmasan bu satırlar ortaya çıkmayacaktı.

Kabul ediyorum sana hava gibi, su gibi, nan gibi muhtacım.

Yalnız başıma yürüdüğüm sarp yollarım olmuştur. Çoğu insanın kaldıramadığı zorlukları kolaylıkla göğüslemişimdir. Ancak bu yolda senin desteğine ihtiyacım var. Şimdiye kadar varlığımdan haberin yoktu, nasıl bana bu kadar muhtaçsın diye sorabilirsin. Birçok şeye ihtiyacımız onları görüp tanıdıktan sonra keşf edilmez mi Roesia’m?

……..

9.Mektup:Rüyalarım

Roesia’m rüyalarımın süsüsün…

Rüyalarımda ilk olarak buradan gittiğini zannedip üzülürken buluştuk. Alelacele her yerde seni arıyorum. Derken bir odanın kapısını açıyorum ve bakıyorum sen… Bu şehirdesin yatağında uyuyorsun. Seni rahatsız etmek istemiyorum. Odadan usulca çıkıyorum. Rüyamda mutlu oluyorum. (Daha sonra gördüm ki rüyamdaki nevresim takımının aynısını kullanıyorsun. Odan da önceden hiç görmemiş olduğum halde aynısı)

Sabah uyandım. Halen rüyanın etkisinde mutluyum. Bir yandan da rüya ile amel edilmez. “okulu bitti ne işi var, çok sevdiği şehrine gitmiştir” diyorum. Neyse akşam üzeri saat 18:00 gibi hiç adetim değilken erken işten ayrılıp evime yürüyorum. Günlerden Cumartesi halk pazarından tam geçiyorum. 1-1,5 saniyelik zaman dilimi içerisinde bir kişiye gözüm takılıyor. Bu kadarcık zamanda bir kişiyi tanımak mümkün değil zaten. Ama kalp atışlarımdaki ritim değişiyor. Göz tanımasa da sana ait olan bir kalp seni tanımaz mı?

O andan itibaren sanki bulutlar üzerinde yürüyorum. Bir sürü soru aklıma geliyor. Nasıl olur? Neden burada? ….. Ben hiç aldırış etmiyorum. Zira aynı şehirde yaşama ihtimalimiz bile güzel…

Sonraki gün düşünüyorum Roesia, bu nasıl bir kader? nasıl bir yazgı? Kaç milyonda bir ihtimal? İkimizi bir kaç saniyeliğine de olsa aynı zamanda ve aynı mekanda karşılaştırıyor. 3-5 saniye önce veya sonra olsa aynı mekandan geçeceğiz ve ben senden habersiz olacağım. Aynı üzüntü içerisine yaşayıp gideceğim.

Gerçekten sevmeyen bir insan bunu yaşamaz elbet

……….

Bir gecede 3 kez seni görmek nasıl bir duygu bilemezsin Roesia’m,

Artık ne kadar düşünüyorsam…

Birinde yüzüne elimle dokunuyor ve “soft” kelimesinin türkçesini google’a ben çeviriyorum. Soft: Roesia’nın teni… “yumuşak, hafif, tatlı, uysal ılıman, yumuşak başlı” hiçbiri değil. Öyle naif ki kelimelerle ifadesi yok. Sadece bu iki kelime; “Roesia’nın teni” karşılayabiliyor bu anlam zenginliğini.

Seni bisiklete binerken göremesem de rüyamda beraber futbol oynadığımız vaki. Komik ama bir o kadar da güzeldi. Gol attıktan sonra çak bi beşlik, yapıyoruz. (Halen elini elimde hissediyorum). Bu maçı kazanıyorduk. Rüyada bile olsa bir fırsatı kaçırmamak güzel Roesia….

Bir başkasında kolumda yanık oluşmuş, senden ilaç istemeye geliyorum. Yine bir bahane bulup konuşmaya geldiğimi zannedip, hafif bir tebessüm beliriyor yüzünde… Fakat yanığı görünce yarama merhem olmaya çalışman… O an tüm Acem mülkünü senin için feda edebilirdim.

………….

10. Mektup:Çocuk

Ben ruhu hiç büyümeyen bir çocuğum tesellisi sen olan Roesia’m,

Nasıl ki çocuklar üzülür ve sende teselli bulur. İnan bu konuda onlardan pek de farkım yok. Sende, senin sakinliğinde aynı muameleye muhtacım. Göğsünde başım başına değer bir halde, kalp atışlarının ritmi ile sükunet bulmak istiyorum.

İnsan yaşı ilerledikçe bedenen yaşlansa da ruhu gençleşiyor. Hatta çocuklaşıyor. Yaşlı insanların çocuklaştığına şahit olmuşsundur…

okul

….

11. Mektup:Hayallerim

Senin ile gerçekleşmesini istediğim hayallerim vardı, Roesia’m.

Fransa’da değil, küçük bir Anadolu köyünde çeşmenin başında diyalogları olan, su doldururken

Karadeniz’de Ağustos ayında sabahın erken saatinde fındık bahçesinde yarı uyanık halde gerçekleşen, çay toplarken

Ege’de Milas’da zeytinliğimizde, kozaklıkta çam fıstığı toplarken,

Marmara’da ayçiçek tarlasında

İç Anadolu’da ekin biçerken

Güneydoğu’da

Doğu Anadolu’da pancar

Akdeniz’de bir butik otelde

Bütün uygarlıklarda senin ile yaşamak isterdim.

Bir romanın unutulmaz iki kahramanı olmamızı isterdim. Mutlu son ile biten bir hikayesi olan

Sen lise 2 deyken tanışıp bir aşk yaşamamızı isterdim. Ben o zaman üniversite 2. sınıfta olmalıyım. Şuan sorun olarak gördüğün hiçbir engelimiz yok. Yalnız sen ve ben…

Ah Roesia, ben düşünürken, yazarken, hayal ederken mutlu oldum. Gerçeği hayalinden de güzel olurdu.

……..

12. Mektup:Şefkat

Bazen bakıyorum da sana hissim aşktan da öte Roesia’m,

Biz bu duyguya “şefkat” diyoruz. Karşılık beklemeksizin delice sevmek… Sanki sana bir şey olacak ve ben bunu önlemek ile görevliyim.

Herkes kötülüğünü isteyebilir, ancak ben asla. İncinirsen incinirim. Mutlu olursan mutlu olurum. Saçının bir teline zarar gelsin istemem. Peki senin için ben kimim? Haddini bilmezin biri mi?… Bana acı veren bu galiba…

Senin her halini tasavvur ediyor ve gördüklerim karşısında tarifsiz bir saadete düçar oluyorum.

………..

13. Mektup:Aramızdaki Bağ

Roesia’m aramızda açıklayamadığım bir bağ var,

Ben sende kendimi bulmuştum. İlk dikkatimi çeken şey buydu. Ancak şimdi görüyorum ki ruhlarımız arasında da bir bağ var. Farklı zamanlarda aynı mekanlarda aynı şeyleri yapıyoruz. Çok ilginç, gerçekten… Hayretler içerisindeyim…

Bende seni farklı kılan bu olsa gerek. Yoksa milyona yakın insan tanıdım bu zamana kadar. Hiçbirinde bu duyguyu yaşamadım.

Kader seni karşıma çıkardı. Sen bana bir ruhum olduğunu hatırlattın. Yaşadığım acıya rağmen mutluyum. Aramızdaki bu kovalent bağ, tarifsiz… Bana hakikaten yaşamak imkanını verdiğin bir kaç ay bir ömre bedeldi. Sen hayatıma belki başka hiçbir kadına nasip olmayacak kadar derinden dokundun.

………..

14. Mektup:Kıskanırım

“Kıskanırım seni ben,

Kıskanırım kendimden,

Bu nasıl aşk Allahım öleceğim derdinden” bu şarkı dilimde

Ben çok kıskanç bir insanmışım. Bu yaşımda yeni öğreniyorum Roesia’m,

Senin bir kucak çiçek ile fotoğrafını görünce başladı her şey… O âna kadar aklım ile, o andan itibaren kalbim ile hareket etmeye başladım.

Her fotoğrafında kadrajın/objektifin ardındaki kişiyi düşünmek

Çocuklardan, hayvanlardan, kendimden kıskanmak normal değil galiba…

………

15. Mektup: Uzaktan Seviyorum Seni

Arkadaşının doğum gününde seni siyah straplez bir elbise ile gördüm. Geceye doğan ay gibiydi yüzün Roesia’m,

O an için kelimeler ile ifade edemedim. Biraz Fransızcamın yetersizliğinden biraz da Rabbimin özenle yarattığı bu güzelliğe nazarım değer diye bekledim.

Sonradan Cemal Süreya’nın şiiri hislerime tercüman oldu.

Uzaktan Seviyorum Seni
kokunu alamadan, 
boynuna sarılamadan 
yüzüne dokunamadan 
sadece seviyorum

Öyle Uzaktan Seviyorum Seni
elini tutmadan
yüreğine dokunmadan
gözlerinde dalıp dalıp gitmeden
şu üç günlük sevdalara inat
serserice değil adam gibi seviyorum
öyle uzaktan seviyorum seni
yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden
en çılgın kahkahalarına ortak olmadan
en sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan
öyle uzaktan seviyorum seni
kırmadan
dökmeden
parçalamadan
üzmeden
ağlatmadan uzaktan seviyorum

Öyle Uzaktan Seviyorum Seni;
sana söylemek istediğim her kelimeyi
dilimde parçalayarak seviyorum
damla damla dökülürken kelimelerim
masum beyaz bir kağıtta seviyorum

İşte benim yaptığım da bu… Öyle uzaktan sevmek… Ama bu istediğim bir şey değil, mecburiyetler insanları uzaktan sevmeye mahkum eder. Yoksa ben her an senin yanında olmak, aşina çehrende gözlerinin şarkısını dinlemek isterim.

“Ne çıkar yanımda olmasan!… Kalbim senden ibaret değil mi? Uzaktan sevmek zor demişsin… Etme sevdam!… Görmeden sevmek ibadet değil mi? “(Cemal Süreya)

Hafta sonu kahvaltı yaparken, akvaryumdaki balıkları izlerken, saçların hafif yaz rüzgarı altında dalgalanırken uzaktan sevdim seni… Orada olmayı istedim. Senden bir anıyı barındırdığı için sonradan bile orada olsam mutlu olurum. Aynı yerlerde senin düşündüğünü düşünmek, seni düşünmek Roesia’m…

………

16.-28. Mektuplar:

BU MEKTUPLAR KİTAPTA YER ALACAKTIR…

29. Mektup: Öylesine Sevdim

Ah Roesia’m ah…

Amélie: “İnsan, zamanı durdurmak istediği yere aittir”der. O bu sözü mekânlar için söyler ancak ben senin yanında bunu hissettim. Hayatta en uzun yolculuğum gül yüzünde (saçların, kulağın, yanağın burnun, kaşların, kirpiklerin, gözün, ifadelerin, gülüşün arasında) geçti. Zaman bu mesafeler arasında donup kalsın istedim. Öyle de oldu…

Dünyanın bir ucundan diğerine 12 saat uçakla, 24 saat otobüsle seyahat ettim, yolları tükettim. Ama sadece senin ahu gözlerinde aylar geçirdim. Gülüşündeki yolculuğum muhtemelen hiç bitmeyecek…

Ne yapabilirim gidiyorsan Roesia’m? Ancak derinden bir ah çekebilirim. Ah…. Ah….

Şimdi gidiyorsun git
Bütün sabahları üşüdüğüm 
Bütün gördüğüm senli günlerim onlar da gitsin 
İçimde bir şarkı 
Gözünde bir ışık kalmıştı her şeye inat 
Kapat gözlerimi sevdiğim anlarda gitsin 
Yıldızları da alsana yanına gökyüzünden 
Sevdiğimiz şarkıları da 
Pencereme konan yusufcukları da
Bana karanlığı bırak 
Beni bırak beni böyle bırak 
Böyle ansızın, böyle yakışıksız 
Böyle anlamsız, böyle dağınık 
Öyle kapıda susuşum 
Öyle sarsak, öyle serkeş, öyle çerkes duruşum 
Koy beni sensizliğe 
Ve otursun içime kül gibi kor yangını 

Şimdi gidiyorsun git 
Hadi git

Hepsi hepsi bir sevda benimkisi al da git
Hadi kanatma 
Hadi yıkma 
Hadi dokunma 
Zaten ben seni öylesine sevmiştim 

Şimdi gidiyorsun git 
Bütün sabahları üşüdüğüm 
Bütün gördüğüm senli günlerim, onlar da gitsin 
İçinde bir şarkı 
Gözünde bir ışık kalmıştı her şeye inat 
Kapat gözlerimi sevdiğim anlarda gitsin 
Şimdi gidiyorsun git 
Hadi git 
Hepsi hepsi bir sevda benimkisi al da git 
Hadi kanatma 
Hadi yıkma 
Hadi dokunma 
Zaten ben seni öylesine sevmiştim

….

30. Mektup: Sevgi mi? Aşk mı? Şefkat mi? Mahcubiyet mi? Nefret mi? Öfke mi?

Bu yaşadığım ne? adını koyamıyorum.

Bir tuşa basıp her şeyin silinmesini, herkesten çok ben isterdim. Kalbimde zihnimde ve gözümün önünde her an yaşayan seni unutmak mümkün değil ki… Ben herkesin yüzünde seni görüyorum Roesia’m. Her şey (şarkılar, şiirler, kitaplar….) bana seni hatırlatıyor. Zihnim ve kalbim seninle dopdolu….

Rüyamda küs müyüz? diye soruyorum. Yok diyorsun. Peki ben neden bu kadar çok acı çekiyorum. Senin kariyerini planlamak için bir sistem kuruyorum; sen değil oradan başkaları faydalanıyor. Sana orta bir kahve yapıyorum başkaları içiyor. Senin için okul kuruyorum, arkadaşların orada çalışıyor. Ya sen her zaman en kötüyü tercih ediyorsun, yada söylediğin gibi hayal pencerenin (nasibinin) önü kapalı.

Uzaktan seveyim, elimden geldiğince bilsen de/bilmesen de seni koruyayım, destek olayım diyorum. Ancak bir insanım buna ne kadar gücüm yeter? Bıraksam biliyorum haklı çıkacağım. Hayırsızın biri hayatını mahvedecek ve seni kederler içinde bulacağım. Elimden hiçbir şey gelmiyor, duadan başka…

Allah’ım “Roesia’mı her türlü………… koru. Onu………… nasip et, …. bildir, …. hasıl et, ……

Gönlünü, gözünü, yüzünü ….. Bu sevgiyi gönlüme koyduğun gibi onun da gönlüne beni koy…”

…….

31. Mektup: Yalan

İlk kez sana yalan söyledim Roesia’m,

Seni düşünmediğimi söylerken.. Böyle bir şey mümkün müydü? Seni düşünmeden geçirdiğim bir an yoktu. Rüyalarım bile senin ile geçiyordu.

Hastaydım. Göz kapaklarımı bile kıpırdatmaya mecalim yoktu. Senin gitmeni ve bu hayatta ne yaşamak istiyorsan onu yaşamanı istedim. Yaşamak, hata yapmak, doğruyu bulmak senin de hakkındı. Kafanı benim aşk sözcüklerim ile sürekli meşgul etmek hakkım değildi. Yaşa ve mutlu ol istedim.

Seni daha fazla dertlerim ile meşgul edemezdim. Bu yük bana aitti ve çekmesi gereken bendim. Bu sefer kalbim değil aklım ağır basmıştı. İçim kan ağladı. Ama senin mutlu olacağını düşünerek teselli buldum.

Unutma Roesia, Fransa’da değil dünyanın neresinde olursa olsun, zorda olduğun zaman senin yanında olacağım. Beni iyi olduğundan haberdar et lütfen. Telefonunu hiç silmedim, beni herhangi bir zamanda özgürce arayabilirsin. Google’a ismini “Roesia Ressort” yazdığında senin için yazılanlardan, (başkalarının haberdar olduğu kadar) haberdar olabileceksin…

Beni ne zaman ararsan gelirim… Nerede olsam gelirim… Senin için gelirim…

32. Mektup: Affetmeyeceğim

Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim (Belki bu öfkem yüzünü görünce kaybolup gidecek.) Ama;

Bana, sevgime, yüce yaratıcının kutsal olarak belirlediği her ne varsa ona ihanetini unutmayacağım… Git dedim. Ama hiçbir zaman gitmeni istemedim.

Seni 50. adresi olarak gören, sevmeyen, hayırsızın birine gitmen, kendini teslim etmen unutulur mu? Yerin dibine batsın böyle bir anlayış… Neden? neden? Seni başka biri ile görmeye, başka biriyle olmana dayanamayacağımı biliyordun.

Bana sorduğun sorunun cevabı; Evet’ti…

Evet, evet… anladın mı? Evet seninle bir hayatı düşündüm. Düşünmez olur muyum? Her şeyi bırakıp seninle bir hayatı yaşamayı istedim. Yalnızca sen ve ben.

Doktor Garip Bey ve Roesia Ressort


Gözlerimde yaş kalbimde sızı unutmadım seni
Unutamadım unutamadım ne olur anla beni
Unutmak kolay demiştin alışırsın demiştin
Öyleyse sen unut beni yeter ki benden isteme…


7 YIL SONRA

………

33. Mektup: Son Mektup

Roesia’m aşkım, sevdiğim, ab-ı hayatım ölüyorum,

Geçen bunca zamanda seni unutamayacağımı biliyordum. Ne olurdu seninle olabilseydik, her şeyi senin için bırakırdım.

Şimdi senin kollarında yaşanmamışlıkların acısı içerisindeyim. Böyle sessiz ve sensiz ne kadar zormuş. Hastalığımın çaresi yokmuş, lokman hekim bile aciz kalırmış…

Kucağında, kolların arasında aşina çehrene sırılsıklam bakarak bu son gerçekleşsin istiyorum. Bakmaya doyamadığım her ne varsa gözlerimin önünde yalnız bana ait olsun. Başka hiçbir kimsenin değil yalnız benim olsun.

Benim için gözyaşların, duaların, ağıtların olsun… Göz pınarlarından benim için yaşlar aksın. Benim yıllardır kalbimde hissettiğim acıyı sen bundan sonra taşı…

Mezarıma geldiğinde “bu adam beni severdi/sevmişti…” de.

Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, makamın, hasılı her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Ancak kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor Roesia. O günü her hatırladığımda içim sızlıyor. Biz bu fırsatı kaçırmamalıydık. Belki yıllar sonra da sen bu cümleyi kurarsın: “bu fırsatı kaçırmamalıydık”.

Roesia Ressort benim ahu gözlü sevdiğim, niçin seninle baş başa oturup konuşamadık? Niçin hafif yağmurlu ilkbahar günlerinde, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemedik? Niçin bir kahve içip alelade bir konuyu konuşamadık. Herkese mübah olan neden bana yasaktı? Seni adam akıllı sevdiğim için mi? Niçin...

İçimde yarım kalmış konuşmaların üzüntüsü var. Artık veda zamanı… En zorlandığım şey vedalaşmak…

…….

Not: Bu satırların her hakkı saklıdır. Telif hakları şahsıma aittir. İzinsiz kullanılması yasaktır.