Dünyanın dört bir yanında at koşturduğumuz ve gittiğimiz her yere medeniyet götürdüğümüz dönemlerdi. Devletin başında Kanuni Sultan Süleyman Han bulunuyordu. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti Kanuni devrinde adaletiyle, idaresiyle, iktisadi faaliyetleriyle, ilim, kültür, sanat faaliyetleriyle bütün dünyaya örnek olmuştur. Kanuni harp sanatındaki mahareti yanında, sanatkârlığıyla da tanınır. Aynı zamanda usta bir şairdir. “Muhibbi” mahlasıyla (takma ad) yazdığı şiirlerde sanatının ve fikrinin pırıltılarını görmekteyiz. Bütün hayatı boyunca adımlarını, Allah rızası için atmaya çalışmış olan bu cihangir padişah Tevhid uğruna her fedakârlığı göze almaktan çekinmemiştir. Bir şiirinde şöyle der:
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır
Olmaya baht-u saadet dünyada vahdet gibi”
****
Süleyman’dan hakkın alır karınca
Kanuni, sarayının önündeki bir bahçeye kendisine hediye edilen bir armut ağacını diker. Zaman zaman onun büyüyüp büyümediğini kontrol eder. Her nasılsa karıncalar armut ağacına musallat olmuş, kabuklarını kemirerek ağaca zarar vermekteler. Kudretli Sultan, çok önem verdiği armut fidanının gözünün önünde sararıp solmasına daha fazla razı olmaz ve bir çare aramaya koyulur. Sonunda Şeyhülislam Ebussuud Efendi’den karıncaları bertaraf etmek için yazdığı şu beyitle fetva ister:
“Drahta ger ziyan etse karınca
Zarar var mıdır anı kırınca”
Ebussuud Efendi de bir beyitle Kanuni’ye şu tarihi cevabı verir:
“Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca”
Ebussuud ne yapacak?
Karınca diplomasisinin üzerinden uzun yıllar geçmişti. Kanuni rahat döşeğinde ölümü hazmedememiş, Hakkın emanetini harp meydanında teslim etmek istemiş ve öyle de olmuştur. Son “Sefer-i Hümayun’da” ordu Zigetvar kalesi önlerindeyken top, tüfek sesleri, kılıç şakırtıları arasında teslim-i ruh etmiştir. Vefatının akabinde de kale fethedilmiştir.
Mekân, dostun-düşmanın yüzyıllardan beri hayranlıkla seyretmeye doyamadığı, medeniyetimizin eşsiz sembollerinden Süleymaniye Camii. Muhteşem mabedin ibadete açılışının üzerinden henüz bir ay bile geçmemişken, Süleymaniye Camii’nin banisi Kanuni Sultan Süleyman Han avludaki musalla taşına boylu boyunca uzatılmış ve mübarek gözlerini ebedi âleme çoktan çevirmiştir…
Cenaze namazını doğal olarak Şeyhülislam Ebussuud Efendi kıldıracaktır. Tüm hazırlıklar yapılır. Saf bağlanır. İmam yüksek sesle niyet eder: “Er kişi niyetine!”
Cihana hükmeden Kanuni Sultan Süleyman Han’ının hükümdarlığı oracıkta son bulmuştur! Namaz ve dualar biter. Haklar, hıçkırıklar arasında helal edilir. Ve cenaze, şimdiki mezarının olduğu yere getirilir.
Tam perdeler kapatılmak üzereyken, mezar başına nefes nefese gelen bir saraylı, desturla mezara atlayıp getirdiği kutuyu özenle mezara yerleştirmeye çalışır.
Böyle şey şimdiye kadar ne görülmüş ne duyulmuştur. Müslüman mezarına eşya koymak caiz değildir. Ebussuud Efendi hemen müdahale eder:
“Geri dur bre adam, ne yapıyorsun?”
Saraylı, sımsıkı tuttuğu kutuya bakarak konuşur “ Vasiyeti yerine getiriyorum.”
“Ne vasiyeti?”
“Padişah vasiyeti… Öldüğünde kabrine koymam şartıyla bu kutuyu bana emanet etmişti. Filanla falan da şahittir.”
Gösterdiği şahitler de bunu doğrularlar. Ancak Ebussuud Efendi’yi ikna edemezler. “Olmaz öyle şey, caiz değil!” diye diretir.
Kutu’yu adamın elinden almak için uzanır. Adam da vermek istemeyince hafiften bir çekiştirme yaşanır. O arada kutunun kapağı açılır. Bir sürü kâğıt saçılır etrafa. Ebussuud Efendi kâğıtlardan birini alıp okuyunca kıpkırmızı kesilir. Sultan Süleyman Han’ının mezarına bakarak şöyle mırıldanır:
“Ah Süleyman! Sen kendini kurtardın bakalım Ebussuud ne yapacak?”
Kutu’nun içinde, Sultan Süleyman’ın sağlığında yaptığı icraatlara Ebussuud Efendi’nin verdiği uygunluk fetvaları vardı. Padişah, bütün yaptıklarını “Fetva”ya bağlamış, böylece kendini bir bakıma garantiye almıştı ama fetvayı veren Şeyhülislam Ebussud Efendi ne yapacaktı? Bu yüzden kahırlanıyordu. Evet, bir yanda ağacına zarar veren karıncaları öldürmek için bile fetva isteyen ölmüş, ince ruhlu cihan padişahı. Diğer yanda karıncaların bile öldürülmesine fetva vermeyen adaletli, dirayetli ve şefkatli bir Şeyhülislam… Onlar yine de kendilerinden emin değillerdi. Zira hesap vermek gerçekten de çok çetin bir iş olmalıydı! Çünkü onlar; “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (**) emri fermanını kendilerine düstur edinmişlerdi.
Osmanlı Adliyesi’nin İngiliz adliye ıslahatına örnek olması, Molla Şemseddin-i Fenari, Molla Hüsrev, Molla Gürani, Zembilli Ali Efendi, İbn Kemal ve Nihayet Ebussuud Efendiler gibi yüksek İslami ilimleri ve hiçbir beşeri kuvvet karşısında sarsılmaz karakterleriyle medeniyet tarihimize şeref veren nurani simalar sayesindedir.